Bugün Bursa'dan İzmir'e gelirken başıma ilginç bir şey geldi. Susurluk'ta kırmızı ışıkta beklerken yan tarafımda CHP kadın kolları görünümlü orta yaşlı şirin bir teyzenin kullandığı fıstık yeşili bir VW Beetle durdu. Yolcu koltuğunda da baş örtülü başka bir teyze oturuyordu. Bana camı aç işareti yaptılar. Açtım. Atatürk fotoğraflı dikiz aynası süsümü gösterip
'Evladım Atatürk'ü nerden aldın?' diye sordular.
'Onu oto yıkamadan verdiler' dedim.
'Hangi oto yıkama' derken yeşil yandı. Arkadakiler korna çalmaya başladı ve hareket etmek zorunda kaldık. Bir sonraki kırmızı ışıkta bu sefer ben onların yanında durdum. Camı açın işareti yaptım.
'İsterseniz şu ileride sağda duralım ben vereyim size Atatürk'ü. Ben nasıl olsa alırım bir tane daha.' dedim.
Teyzeler çok sevindi. İleride sağa çektim. Arkamda durdular. Baş örtülü olan teyze indi. 'Oğlum çok sağol, yoksa araştıracaktık biz her yeri' dedi. Süsü söktüm verdim. Onlar da bana yiyecek bir şeyler verdiler. 'Al oğlum yolda yersin' dedi teyze. Teşekkür ettim. Teyze arabasına döndü ben de hemen iPod'dan İzmir marşını açıp gür bir sesle eşlik etmeye başladım. Birbirimize el sallayarak tekrar yola çıktık.
Aklımdan Geçenler
10 Mart 2013 Pazar
2 Ekim 2012 Salı
Hayatta ne büyük hüzünler var
Ocak ayındayız. Çocuk yoğun bakım servisindeyim. Sabah toplantısından sonra gidip Başak'la arkadaki küçük odada saatlerce oturuyoruz. Her günün yaklaşık 7-8 saati boş boş oturmakla geçiyor. Arada vizit yapmaya hocalar gelirse onların peşine takılıyoruz. Yaklaşık 11-12 çocuk yatıyor. Kimi aylardır orada. Kimi henüz yeni gelmiş. Kiminin durumu ağır, kimi iyileşiyor. Öğleden sonra 3-4 gibi anne babalar için ziyaret saati oluyor. Bir cam bölmenin arkasından çocuklarına bakıyorlar. Anne babalar gelince uzaktan onları izleyip "Hayatta ne büyük hüzünler var, bense küçük şeyleri çok büyütüyorum" diye düşünüyorum.
Bir iki gün geçtikten sonra yoğun bakıma 14-15 yaşlarında bir çocuk getiriliyor. Adını hatırlamıyorum, Barış diyelim. "Pons gliomu" varmış. Solunumu durmuş, entübe edilmiş. Eski hastamızmış, büyük olasılıkla son bir kaç gününü yaşıyor. En baştaki büyük yatağa yatırıyoruz. Küçülmüş göz bebekleriyle dimdik tavana bakıyor. Bir hemşirenin önerisiyle gözlerini kapatıp bantlıyoruz. Vizitlerde solunumu makineye bağlı çocuğun yanından "burası pons gliomu" deyip geçiyoruz sadece. Zaten elimizden fazlası da gelmiyor. Nadiren tetkik için kan aldığımız oluyor. Çocuk batan iğneye bile hiç tepki vermiyor. Sadece arada ufak çırpınır gibi hareketleri oluyor.
Ziyaret saati olunca annesiyle babası geliyor Barış'ın. Kendilerine ayrılan on beş dakika boyunca cam bölmenin arkasından oğullarına bakıyorlar sadece. Kendi aralarında bile tek kelime konuşmuyorlar. Uzun uzun seyrediyorlar, bazen sessizce ağlıyorlar. Bir insan nasıl tüm dünyayı omuzlarında taşır gibi yorgun yürür ilk defa o zaman görüyorum. Süre dolunca kimse onları uyarmadan sessizce çıkıyorlar yine.
Çocuk bir kaç gün yattıktan sonra yine bir vizit zamanı, çocuğun başına geliyoruz. Barış yine çırpınır gibi zayıf hareketlerine devam ediyor. Ama bu sefer dikkatini çekiyor hocanın. "Bu çocuk uyanık, makineden kurtulmaya çalışıyor" diyor. Hemşirelerden biri "Yok hocam o hep yapıyor öyle hareketler, konuşmaya çalıştık duymuyor" diyor. Hoca Barış'ın yanına gelip elini tutuyor:
"Barış beni duyuyor musun? Şimdi hastanedesin. Geldiğinde durumun çok ağırdı. Giderek iyileşiyorsun. Biraz daha iyi olunca önce makineden kurtarıp sonra da seni evine göndereceğiz, annen baban da gelip görüyor seni her gün. Barış eğer beni duyuyorsan elini kaldırabilir misin?" diyor hoca.
Ve inanılmaz bir şey oluyor: Çocuk yavaşça sağ elini kaldırıyor. Herkes o kadar şaşırıyor ki. Sadece birbirimize bakıyoruz. Derken hemşirelerden biri "Ağlıyor!" diyor. Çocuğun yüzüne bakıyorum. Bantla kapatılmış göz kapaklarının altından bir iki damla yaş akmış. Koca bir gülle gelip oturuyor sanki göğsüme. Herkesin gözleri dolmuş. Kimse tek kelime etmiyor.
Ziyaret saatinde yine geliyor anne-baba. Ama bu sefer çıkmadan önce baba benim yanıma geliyor. "Siz her gün burada duruyorsunuz, hep görüyorum sizi. Bir şey rica edebilir miyim?" diyor. "Tabi" diyorum.
"Barış'ın saçını kesmek için bizden izin istediler biz de verdik. Acaba saçı kesilirken bir parça saklayıp bize verebilir misiniz?" diyor.
Ne diyeceğimi bilemiyorum önce. "Ben böyle bir şeyi yapamam. Ben burada değilken de kesilebilir. Siz en iyisi hemşirelere söyleyin" diyebiliyorum. Baba teşekkür edip gidiyor. Kısa bir süre sonra ben de çıkıyorum.
Gece aklıma geliyor bir kaç kez. Umarım adam hemşirelere söylemiştir hemşireler de alırlar saçından diye düşünüyorum. Sabah ilk iş gidip hemen bakmak istiyorum saçı kesilmiş mi çocuğun diye. Yoğun bakıma girip ilk yatağa doğru yürüyorum. Barış'ın yatağı boş...
Bir iki gün geçtikten sonra yoğun bakıma 14-15 yaşlarında bir çocuk getiriliyor. Adını hatırlamıyorum, Barış diyelim. "Pons gliomu" varmış. Solunumu durmuş, entübe edilmiş. Eski hastamızmış, büyük olasılıkla son bir kaç gününü yaşıyor. En baştaki büyük yatağa yatırıyoruz. Küçülmüş göz bebekleriyle dimdik tavana bakıyor. Bir hemşirenin önerisiyle gözlerini kapatıp bantlıyoruz. Vizitlerde solunumu makineye bağlı çocuğun yanından "burası pons gliomu" deyip geçiyoruz sadece. Zaten elimizden fazlası da gelmiyor. Nadiren tetkik için kan aldığımız oluyor. Çocuk batan iğneye bile hiç tepki vermiyor. Sadece arada ufak çırpınır gibi hareketleri oluyor.
Ziyaret saati olunca annesiyle babası geliyor Barış'ın. Kendilerine ayrılan on beş dakika boyunca cam bölmenin arkasından oğullarına bakıyorlar sadece. Kendi aralarında bile tek kelime konuşmuyorlar. Uzun uzun seyrediyorlar, bazen sessizce ağlıyorlar. Bir insan nasıl tüm dünyayı omuzlarında taşır gibi yorgun yürür ilk defa o zaman görüyorum. Süre dolunca kimse onları uyarmadan sessizce çıkıyorlar yine.
Çocuk bir kaç gün yattıktan sonra yine bir vizit zamanı, çocuğun başına geliyoruz. Barış yine çırpınır gibi zayıf hareketlerine devam ediyor. Ama bu sefer dikkatini çekiyor hocanın. "Bu çocuk uyanık, makineden kurtulmaya çalışıyor" diyor. Hemşirelerden biri "Yok hocam o hep yapıyor öyle hareketler, konuşmaya çalıştık duymuyor" diyor. Hoca Barış'ın yanına gelip elini tutuyor:
"Barış beni duyuyor musun? Şimdi hastanedesin. Geldiğinde durumun çok ağırdı. Giderek iyileşiyorsun. Biraz daha iyi olunca önce makineden kurtarıp sonra da seni evine göndereceğiz, annen baban da gelip görüyor seni her gün. Barış eğer beni duyuyorsan elini kaldırabilir misin?" diyor hoca.
Ve inanılmaz bir şey oluyor: Çocuk yavaşça sağ elini kaldırıyor. Herkes o kadar şaşırıyor ki. Sadece birbirimize bakıyoruz. Derken hemşirelerden biri "Ağlıyor!" diyor. Çocuğun yüzüne bakıyorum. Bantla kapatılmış göz kapaklarının altından bir iki damla yaş akmış. Koca bir gülle gelip oturuyor sanki göğsüme. Herkesin gözleri dolmuş. Kimse tek kelime etmiyor.
Ziyaret saatinde yine geliyor anne-baba. Ama bu sefer çıkmadan önce baba benim yanıma geliyor. "Siz her gün burada duruyorsunuz, hep görüyorum sizi. Bir şey rica edebilir miyim?" diyor. "Tabi" diyorum.
"Barış'ın saçını kesmek için bizden izin istediler biz de verdik. Acaba saçı kesilirken bir parça saklayıp bize verebilir misiniz?" diyor.
Ne diyeceğimi bilemiyorum önce. "Ben böyle bir şeyi yapamam. Ben burada değilken de kesilebilir. Siz en iyisi hemşirelere söyleyin" diyebiliyorum. Baba teşekkür edip gidiyor. Kısa bir süre sonra ben de çıkıyorum.
Gece aklıma geliyor bir kaç kez. Umarım adam hemşirelere söylemiştir hemşireler de alırlar saçından diye düşünüyorum. Sabah ilk iş gidip hemen bakmak istiyorum saçı kesilmiş mi çocuğun diye. Yoğun bakıma girip ilk yatağa doğru yürüyorum. Barış'ın yatağı boş...
4 Kasım 2011 Cuma
Kan Alma Konusu
Ekim ayıyla birlikte 2 aylık psikiyatri/seçmeli sultanlığı sona erdi ve intörnlüğe geri döndüm.
Dün Kardiyoloji'de ilk nöbetimi tuttum. İlk nöbetin çömezliğiyle gece kanlarını anca saat 12 de öğrendik. Araya bir de sonda işi karışınca kanları almaya 1 gibi anca başlayabildik. Sonuç olarak saat 3'te işimiz bitti. 2 saat uyuyup 5 kan şekerine tekrar kalktık ve ondan sonra dosya işle v.s derken sabah oluverdi.
Yoğun bakım kanlarını aldıktan sonra kliniğe geçtim. 2 numaralı odaya girdim. Yanılmıyorsam bir teyze vardı. Kanı aldım tüpe koydum gittim deske bıraktım. 3 numaralı odaya girdim. İlk hasta yaşlı bir amca. Yanında da karısı var. Ben "Kan alacağım" deyince hemen:
"Ay evladım, bizden herkes kan alamıyor dünkü çocuk da alamadı hiç deneme hemşireye söyle istersen." dedi teyze. Ben de "Tamam teyze bir kere deneyeyim olmazsa zorlamayacağım" dedim. Denedim, alamadım. Teyze "Bak gördün mü" gibisinden bir şeyler söyledi. "Tamam teyze ben hemşireye söylerim o alır" dedim.
Yandaki yatağa geçtim. Bir kadın yatakta uyuyor. "Teyze kan alacağız" diye uyandırayım derken az önceki kadın "Amca yok gitti" dedi. Meğer hasta başka bir amcaymış. Gece 1 de nereyeyse bir yerlere gitmiş. Bir yatakta karı koca yatıyorlarmış. Sonuç olarak o odayı boş geçmenin verdiği moral bozukluğuyla ötekine geçtim.
Yeni oda 4 numara. İlk hasta beni görünce hemen "Benden çok zor kan alınıyor yalnız, herkes alamıyor" deyiverdi. Aynı cevabı verip şansımı denedim. Gene karavana.
O sırada enjektör ucu almaya gittim. Yolda Emir'le karşılaştık. Baktım elinde bir sürü tüp var doldurmuş. Bana kaç tane aldın diye sordu. Baktım elimde hiç bir şey yok. Deskte ise ilk aldığım 1 tüp kan var. Moral iyice düştü.
4 numaralı odaya geri döndüm. Sıra öteki hastada. Yeni hasta beni görünce "Oğlum benden de alamayacaksın şimdi" dedi. Yandan kocası "Bırak hanım bırak gece gece tatsızlık çıkarma. Zaten hastaların canı yok, tecrübeli birine verseler olmuyor şu işi" gibi son derece motive edici açıklamalarda bulundu. Gerginliğim iyice fırladı. Zaten oraya gelene kadar 4 hastadan 1 tüp kan alabilmişim.
Eldivenle turnikeyi yaptım. Baktım ortada damar falan yok. Bir yandan "Ne işim var benim burada ya?" diye düşünüyorum, bir yandan daha sırada olan 6-7 odayı düşünüyorum, bir yandan da karı kocanın "sen bir boka yaramazsın" anlamındaki bakışlarını üstümde hissediyorum. Neyse bu hastada düşünüp taşınıp türlü damara "pıt pıt pıt" dokunduktan sonra bir tanesini gözüme kestirdim ve bu sefer başardım!!
"Anlayışınız için sağolun" diye yarı tafralı yarı sitemkar bir ifadeyle odayı terk ettim. Neyse ki daha sonraki odalar kolay hastalardı. Sektirmeden hepsini aldım. En son, uyurgezer amcaya geri dönüp onu da hallettim. Sonuçta 13-14 hastada 2 tane sektirmiş oldum. Hemşireye gidip olanca karaktersizliğimle Emir'in aldığı da kanları katarak "Hemşire hanım 30 hastadan kan aldık iki tanesini alamadık 3/1 4/1 haberiniz olsun" dedim.
Sonra istemleri yaptım, iki saat sonra aynı hastalardan kan şekeri bakmak için uyanacağımı bilmenin verdiği mutlulukla saati kurdum. "Kalan süre 1 saat 45 dakika" yazısını görmek içimdeki kıpırtıyı iyice artırdı ve heyecan içinde uykuya daldım.
Dün Kardiyoloji'de ilk nöbetimi tuttum. İlk nöbetin çömezliğiyle gece kanlarını anca saat 12 de öğrendik. Araya bir de sonda işi karışınca kanları almaya 1 gibi anca başlayabildik. Sonuç olarak saat 3'te işimiz bitti. 2 saat uyuyup 5 kan şekerine tekrar kalktık ve ondan sonra dosya işle v.s derken sabah oluverdi.
Yoğun bakım kanlarını aldıktan sonra kliniğe geçtim. 2 numaralı odaya girdim. Yanılmıyorsam bir teyze vardı. Kanı aldım tüpe koydum gittim deske bıraktım. 3 numaralı odaya girdim. İlk hasta yaşlı bir amca. Yanında da karısı var. Ben "Kan alacağım" deyince hemen:
"Ay evladım, bizden herkes kan alamıyor dünkü çocuk da alamadı hiç deneme hemşireye söyle istersen." dedi teyze. Ben de "Tamam teyze bir kere deneyeyim olmazsa zorlamayacağım" dedim. Denedim, alamadım. Teyze "Bak gördün mü" gibisinden bir şeyler söyledi. "Tamam teyze ben hemşireye söylerim o alır" dedim.
Yandaki yatağa geçtim. Bir kadın yatakta uyuyor. "Teyze kan alacağız" diye uyandırayım derken az önceki kadın "Amca yok gitti" dedi. Meğer hasta başka bir amcaymış. Gece 1 de nereyeyse bir yerlere gitmiş. Bir yatakta karı koca yatıyorlarmış. Sonuç olarak o odayı boş geçmenin verdiği moral bozukluğuyla ötekine geçtim.
Yeni oda 4 numara. İlk hasta beni görünce hemen "Benden çok zor kan alınıyor yalnız, herkes alamıyor" deyiverdi. Aynı cevabı verip şansımı denedim. Gene karavana.
O sırada enjektör ucu almaya gittim. Yolda Emir'le karşılaştık. Baktım elinde bir sürü tüp var doldurmuş. Bana kaç tane aldın diye sordu. Baktım elimde hiç bir şey yok. Deskte ise ilk aldığım 1 tüp kan var. Moral iyice düştü.
4 numaralı odaya geri döndüm. Sıra öteki hastada. Yeni hasta beni görünce "Oğlum benden de alamayacaksın şimdi" dedi. Yandan kocası "Bırak hanım bırak gece gece tatsızlık çıkarma. Zaten hastaların canı yok, tecrübeli birine verseler olmuyor şu işi" gibi son derece motive edici açıklamalarda bulundu. Gerginliğim iyice fırladı. Zaten oraya gelene kadar 4 hastadan 1 tüp kan alabilmişim.
Eldivenle turnikeyi yaptım. Baktım ortada damar falan yok. Bir yandan "Ne işim var benim burada ya?" diye düşünüyorum, bir yandan daha sırada olan 6-7 odayı düşünüyorum, bir yandan da karı kocanın "sen bir boka yaramazsın" anlamındaki bakışlarını üstümde hissediyorum. Neyse bu hastada düşünüp taşınıp türlü damara "pıt pıt pıt" dokunduktan sonra bir tanesini gözüme kestirdim ve bu sefer başardım!!
"Anlayışınız için sağolun" diye yarı tafralı yarı sitemkar bir ifadeyle odayı terk ettim. Neyse ki daha sonraki odalar kolay hastalardı. Sektirmeden hepsini aldım. En son, uyurgezer amcaya geri dönüp onu da hallettim. Sonuçta 13-14 hastada 2 tane sektirmiş oldum. Hemşireye gidip olanca karaktersizliğimle Emir'in aldığı da kanları katarak "Hemşire hanım 30 hastadan kan aldık iki tanesini alamadık 3/1 4/1 haberiniz olsun" dedim.
Sonra istemleri yaptım, iki saat sonra aynı hastalardan kan şekeri bakmak için uyanacağımı bilmenin verdiği mutlulukla saati kurdum. "Kalan süre 1 saat 45 dakika" yazısını görmek içimdeki kıpırtıyı iyice artırdı ve heyecan içinde uykuya daldım.
Hayırlı Olsun
Bugünlerde canım biraz sıkkın. Ders çalışmak istemiyorum. Ne yapsam da ders çalışmayı geciktirsem diye düşünürken aklıma blog yazmak geldi (Dün Cansu da ben blog yazacağım demişti oradan gaza geldim). Sağda solda anlattığım aklımdan geçen şeyleri buraya da yazayım sonra dönüp okurum diye düşündüm. Belki başkaları da okur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)